00903122138435 info@tzd.org.tr

Gıda Fiyatlarındaki Artışa Ramazan Dopingi

Her yıl Ramazan ayına girerken temel besin maddelerinde”ekstra” artışlar yapılmasına alışmıştık. Bu yıl da beklenen oldu. Genel enflasyonun “itici gücü” olan gıda fiyatlarında bir kez daha “Ramazan dopingi” yaşandı.
Koronavirüs salgını dolayısıyla “kapanma” yaşanacağı söylentileri ile “fırsatçılık” bu artışta belirli bir rol oynamış olabilir. Ancak olay yalnızca bu yönüyle açıklanamayacak kadar karmaşık ve önemlidir.

GIDA FİYATLARINDAKİ ARTIŞ NEREDEN KAYNAKLANIYOR?

Koronavirüsün dünya ekonomisinde yol açtığı sarsıntı ve güvensizlik, bir yandan gelir dağılımında yarattığı eşitsizlik nedeniyle toplumun alt kesimlerinin gıdaya erişimini kısıtlarken diğer yandan gıda güvenliğini öne çıkarıyor. Bu da gıda fiyatlarında artışa yol açıyor.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü FAO’nun dünya gıda fiyatları endeksine göre, tahıllar, yağlı tohumlar, süt ürünleri, et ve şeker fiyatları son dokuz ayda sürekli artarak ocak ayındaki 113.2 seviyesinden Şubat’ta 116’ya ulaştı.
İşin ilginç tarafı, bu fiyat artışları, üretimin azalmadığı, aksine arttığı koşullarda yaşanıyor. Örneğin, küresel hububat hasadı 2020 yılında arttı, artışın bu yıl da devam etmesi bekleniyor. Bu artışa rağmen FAO verileri hububat fiyatlarının 2021 Ocak ayında bir önceki aya göre % 4,3, Şubat ayında %1.2 oranında arttığını gösteriyor. Yağlı tohum üretimi 2020 yılında artarak 577 milyon tona ulaştığı ve 2021 yılında artışın devam etmesi beklendiği halde bitkisel yağ fiyatları küresel düzeyde düşmek yerine %6.2 oranında artmış bulunuyor.

Bu tablo, beklenenin aksine üretim artışına fiyat artışının da eşlik ettiğini gösteriyor.

GIDA FİYATLARINDAKİ ARTIŞTAN EN ÇOK ÜRETİMİ YETERSİZ ÜLKELER ETKİLENİYOR

Bu olgunun altında koronavirüs salgını dolayısıyla ekonomik kayıplara uğrayan ihracatçı ülkelerin ürünlere ek ihracat vergileri getirmeleri, gıda güvenliği amacıyla ihracatı kotalarla sınırlamaları ve küresel çapta stokçuluk eğiliminin artması yatıyor. Yaşananlardan en çok zararı, üretim açığını ithalatla karşılamaya çalışan ülkeler görüyor.
Türkiye, bu ülkeler arasında yer alıyor. Ülkemizde bir çok temel üründe üretim ve kendine yeterlilik gerilerken ithalat sürekli artıyor. Bu da fiyat artışlarını getiriyor.
TÜİK rakamlarına göre Mart ayında gıda fiyatlarında yıllık enflasyon yüzde 17,44 olarak kaydedildi. Bir önceki aya göre artış ise yüzde 1,13 oldu. Ancak üretici fiyatlarındaki artış bu oranın çok üzerinde. Mart’ta üretici fiyat endeksi bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 31,20 oranında yükseldi. Bu durum, önümüzdeki aylarda gıda maddelerinin tüketici fiyatlarında çok daha yüksek artışlar olacağını gösteriyor.
Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’nun düzenli olarak yaptığı araştırmalara göre durum daha da ciddi. Gıda fiyatları 2021 Ocak-Mart döneminde yüzde 9.2 oranında artış yaşandı. Aynı dönemde ekmek, bulgur, un, makarna fiyatlarında yüzde 5.5, et ve balık fiyatlarında yüzde 7.8, süt, süt ürünleri ve yumurta fiyatlarında yüzde 18.1, yağ fiyatlarında yüzde 4.8 ,meyve fiyatlarında yüzde 4.4, sebze fiyatlarında yüzde 12.5, işlenmiş gıda fiyatlarında ise yüzde 6.5 oranında artış oldu. Gıda fiyatlarındaki yıllık yükseliş ise (Mart 2020’ye göre) yüzde 29.2’yi buldu. Bir yıl öncesine göre yağ fiyatları yüzde 40.8, Bakliyat fiyatları yüzde 16.5 oranında arttı. Meyve fiyatları yüzde 18.1 oranında, sebze fiyatları ise yüzde 55.1 oranında yükseldi.
İşin başında sözü edilen spekülasyon işte bu ortamda devreye giriyor. Bu da üretici fiyatları ile market fiyatları arasındaki rekor düzeyde farklar yaratıyor. Ramazan ayına girdiğimiz şu günlerde tarım ve gıda ürünlerinin üretici fiyatları ile market fiyatları arasındaki farkın 5 kattan 8 kata kadar çıkmasının sebebi de bundan kaynaklanıyor.

SIFIR GÜMRÜKLÜ İTHALAT ÜRETİCİYİ İFLASA SÜRÜKLÜYOR

      Üretim açığı ithalat yoluyla kapatıldığı için döviz fiyatlarındaki yükseliş de gıda fiyatlarındaki artışa doğrudan etki ediyor. Bu etkinin azaltılması için “sıfır gümrüklü ithalat” uygulaması yaygınlaşıyor. Ancak bu da yerli üreticiyi haksız rekabetle karşı karşıya bırakıyor.
Bunun sonucunda ürününü maliyet fiyatına ya da bunun altında bir fiyata satmak zorunda kalan üretici, üretime devam edebilmek için gerekli kaynağı bulamıyor ve borçlanmak zorunda kalıyor.
Tarımsal üreticilerin banka borçları 130 milyara dayanmış bulunuyor. Bu kredilerin geri dönüşlerinde ciddi sorunlar yaşanıyor. Çiftçilerin üretim araçlarına hacizler konuluyor ve neticede üreticinin üretimden üretim açığı daha da artıyor. Böylece kısır bir döngü içine giriliyor.

DÜNYADA YAŞANANLARDAN DERS ALMAK GEREKİYOR

     Ülkemizde yaşadığımız sorunlar yalnız bizim sorunlarımız değil. Küresel ekonominin kumanda merkezinde yer alan ülke ve şirketler, bu politikaları tüm ülkelere dayatıyor. Bu dayatmalar karşısında önlem almayı başaramayanlar bir süre sonra açlık ve kıtlık başta olmak üzere bir çok ekonomik ve toplumsal sorunla karşı karşıya kalıyor.
Geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı (WFP) Direktörü David Beasley, 30’dan fazla ülkede kıtlık yaşandığını, insan kaynaklı krizler yüzünden dünya genelinde 270 milyon kişinin açlık kriziyle karşı karşıya bulunduğunu açıkladı. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ise “İnsanları aç bırakırsanız
çatışmaları beslersiniz. Çatışmalar açlık ve kıtlığa, açlık ve kıtlık ise çatışmalara neden oluyor” dedi.
Türkiye, uygun doğası ve üretimde çeşitliliğe imkân veren iklim koşulları nedeniyle bir çok ülkeye göre şanslı durumda; ancak bu uyarılara bizim de kulak vermemiz gerekiyor, çünkü “çanlar bizim için de çalıyor”!

Hüseyin DEMİRTAŞ        

Türkiye Ziraatçılar Derneği

Genel Başkan            

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir