00903122138435 info@tzd.org.tr

TZD 2018 YILI TARIM SEKTÖRÜ DEĞERLENDİRMESİ

26.12.2018

2018 YILI TARIMIN ‘YOK YILI’ OLDU

Türkiye Ziraatçılar Derneği’nin (TZD) geleneksel yıllık değerlendirmesini sunmadan önce geçmiş yıllardan günümüze kadar devam eden bir takım sorunlarda ne ölçüde iyileşme sağlanabildiğine bir göz atmamız gerekmektedir.

Geçen yılki değerlendirmemizin başında şunları söylemiştik:

“2017 yılını tarım sektörü açısından değerlendirmeye başlarken en başta söylenmesi gereken şey, tarım sektörümüzün yıllardır devam etmekte olan kronik sorunlarından hiçbirinin bu yıl da çözülememiş olduğudur. Bu ‘kronik’ sorunlar,    yıllardır çözülemediği için üst üste birikmektedir ve önümüzdeki yıllarda giderilemediği takdirde çok daha büyük yapısal sorunlara yol açacaktır. Bunların başında tarım sektöründe yaşanan ciddi finansman sıkıntısı gelmektedir.”

Finansman sorunu bu yıl da tarım sektörünün en önemli sorunu olmaya devam etmiştir.

Hiç kuşkusuz, bu sorun, bir çok başka sorunun da kaynağında yatmaktadır ve biraz da bu nedenle ‘kaynak sorunu” olarak da adlandırılmaktadır.

Bu nedenle değerlendirmemize önce tarıma bütçeden ayrılan kaynak sorununu ele alarak başlayacağız.

TARIMA AYRILAN DESTEK YETERSİZ KALIYOR

Tarım sektörünün desteklenmesi gerektiği konusunda ülkemizde genel bir konsensus olmasına karşın bu desteklerin miktarı ve yeterliliği konusunda çelişkili yaklaşımlar vardır.

Tarım Kanunu’nda yer alan ve tarıma her yıl bütçeden ayrılması gereken kaynağın Gayrisafi Milli Hasıla’nın (GSMH) yüzde birinden az olamayacağını hükme bağlayan madde bu tartışmaların odak noktasında yer almaktadır.

Bakanlık tarafından yapılan açıklamalarda tarıma verilen destek kavramı genişletilmekte, örneğin TMO tarafından satın alınan ürün miktarı için yapılan ödemeler, koruma amaçlı gümrük vergilerinin yarattığı maliyet, gıda destekleri ve diğer programlardan doğan maliyetler ve benzer mali harcamalar “destekleme” kapsamına dahil edilerek yasanın öngördüğü miktarın çiftçiye verildiği savunulmaktadır.

Oysa Tarım Kanunu’nun konuyla ilgili 21. Maddesi çok açıktır. Kanun’da, “Tarımsal destekleme programlarının finansmanı, bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanır. Bütçeden ayrılacak kaynak, gayrisafi millî hasılanın yüzde birinden az olamaz.” denilmektedir. Bütçeden ayrılan kaynak ise yukarıda da belirttiğimiz gibi bellidir ve yasal sınırın bir hayli altında kalmaktadır.

TZD olarak bu meseleye teknik bir mesele olmaktan çok desteklemenin yeterli olup olmadığı noktasından yaklaşıyoruz.

Bu açıdan bakıldığında ortaya çıkan tablo şudur:

Yıllardır bir çok temel tarım ürününde    üretici yeterli kazanç sağlayamadığı için üretim miktarı azalmakta, ekilmeyen tarım toprakları artmakta, üretimi sürdürmek için kaynak bulamayan çiftçilerin tarımsal kredi, elektrik ve su borçları birikmektedir. 2018 yılında TÜİK tarafından yayınlanan üretim rakamları bu eğilimin devam ettiğini göstermektedir.

2018 yılında döviz fiyatlarındaki yükselişin de etkisiyle tarımsal girdi fiyatları yüzde 50 ile yüzde 120 oranında arttığı da göz önüne alındığında ister bütçeden ayrılan tarımsal destekleme bütçesi, isterse genel tarım bütçesi açısından bakılsın tarımsal destekleme rakamları olması gereken noktanın çok altında kalmaktadır.

Cumhurbaşkanlığı 2019 Yılık Programı’na göre bütçeden tarıma verilecek destek 16 milyar 989 milyon lira olacaktır.

Bunun 5 milyar 268 milyon lirası hayvancılığa verilecektir. Böylece hayvancılığa verilen destek 2019’da bir önceki yıla göre yüzde 28.4’e yükselecektir. Kuşkusuz bu olumlu bir gelişmedir.

Ancak bu artış, başka destekleme kalemlerinden yapılan kesintilerle sağlanmıştır. Örneğin bir önceki yıl toplam destekleme içindeki payı yükselmiş olan mazot desteğinde bu yıl tersine bir durum görülmektedir.

2019’da mazot desteğinin yüzde 10 artırılarak 2 milyar 90 milyon liraya çıkarılması öngörülmektedir. Bunun sonucunda 2018 de toplam destekleme bütçesindeki payı yüzde 13.1 olan mazot desteğinin payı 2019’da yüzde 12.3’e düşecektir.

Gübre desteklerindeki durum ise daha vahimdir. 2019’da gübre desteği sadece binde 2 artışla 554 milyon lira olacaktır. Böylece toplam destekler içerisinde    2018 yılında yüzde 6.3’ten 3.8’e düşmüş olan gübre desteğinin payı 2019’da yüzde 3.3’e kadar gerileyecektir.

Yine Cumhurbaşkanlığı 2019 Yılık Programı’na göre, fark ödemesi olarak adlandırılan ve 17 üründe uygulanan prim desteklerinde de düşüş görülecektir.

GIDA ENFLASYONU YALNIZ TÜKETİCİYİ DEĞİL ÜRETİCİYİ DE VURUYOR

“Gıda enflasyonu”, ülkemizdeki enflasyon sorununun önemli bileşenlerinden biridir. Gıda sanayiinin ham maddesi tarım ürünleri olduğu için genellikle gıda enflasyonundan tarım ürünlerindeki fiyat artışları anlaşılmakta ve bu artışlardan üretici sorumlu tutulmaktadır.

Üretici fiyatlarının belirlenmesinde en önemli unsur maliyet unsurudur. Tarım sektöründe maliyetleri büyük ölçüde girdi fiyatları belirler. Girdiler ise neredeyse yüzde 90 oranında ithal edilmektedir.

Tarımsal girdiler genellikle güçlü sanayi grupları tarafından üretilir. Genellikle petrol ürünleri ve biyokimyasal ürünler olarak bilinen bu girdileri üretenler aynı zamanda pazarlama alanına da egemen konumdadır.

Bu ürünlerin alıcısı olan tarımsal üreticiler ise genellikle ekonomik olarak zayıf ve örgütsüz durumdadır. Bu üreticiler kullandıkları girdileri güçlü bir kesimden pazarlık etme koşulları olmadan alırken ürünlerini pazarlamakta önemli güçlüklerle karşılaşır. Üstelik genellikle uzun süre korunması güç olan tarımsal ürünler belirli bir süre içinde elden çıkarılmak zorundadır.

Kısaca özetlemek gerekirse, çiftçi, kendisine girdi pazarlayan ve onun ürünlerini satın alan kesimler karşısında dezavantajlıdır. Dolayısıyla muhafazası güç olan ve çiftçinin üretim faaliyetini sürdürebilmesi için kısa sürede satılması gereken ürünler, çoğunlukla genel enflasyon oranının altında bir kazanç sağlayacak şekilde elden çıkarılmaktadır.

ÇİFTÇİ, TARIMSAL SANAYİ VE PAZARLAMA ALANINDAN KOPARILIYOR

Yukarıda anlatılan mekanizma hem üreticinin hem de tüketicinin mağdur olmasına yol açmaktadır. Bu durum, tarımsal ekonominin, yani üreticilerin, tarımsal sanayi ve pazarlama sektöründe faal bir rol oynamalarıyla önlenebilir. Bunun yolu da kamu sektörünün ve kooperatiflerin güçlendirilmesi ve işbirliği yapmasından geçer.

Bu tür işletmeciliğin örnekleri geçmişte yaygındı. Ne var ki bu eğilim 1980’li yıllardan başlayarak tersine döndü ve elde kalan son örnekleri oluşturan kamu mülkiyetindeki şeker fabrikaları da bu yıl satılarak tasfiye edildi.

ÜLKE TARIMI İTHALATA DAYALI BİR SEKTÖR HALİNE GELİYOR

Tarım ürünlerinin ülke içinde kamu yararına değerlendirilmesine son verilmesi ve tarım sektörünün küresel piyasalara tabi kılınmasının doğal sonucu tarımın tükenmesi ve ithalata dayalı bir sektör haline gelmesidir.

Günümüzde gerek ABD ve Batı Avrupa gibi Batı ülkelerinde, gerekse Rusya ve Çin gibi dünya ekonomisinde giderek ağırlık kazanmakta olan Doğu’nun gelişmekte olan ülkelerinde, geçmişte ülkemizde uygulanan ancak 1980’li yıllardan bu yana adım adım tasfiye ettirilmiş olan sistem benzeri sistemler kurulmakta ve geliştirilmektedir.

Bu yöndeki hareketin günümüzde de sürdüğü, katma değeri yüksek tarım ve hayvancılık ürünlerinin dünya ticaretindeki payının “ham” tarım ürünlerinin payına göre daha hızlı artmasından da anlaşılmaktadır. Örneklersek:

Toprak büyüklüğü Konya ilimiz kadar olmasına karşın tarım ihracatında dünya ikincisi konumunda bulunan Hollanda’nın tarımsal ihracatı 2016 yılında bir önceki yıla göre yüzde 4,4 artarak 85 milyar avroya çıkmış, tarım ve gıda ihracatı ise 94 milyar avroya ulaşmıştır.

TARIM SEKTÖRÜ, ÜLKEMİZİN GELECEĞİNİ BELİRLEYECEKTİR

İçinde yaşadığımız süreç, tarımın “sanayileşme” sürecidir. Sanayileşme artık dar anlamda fabrika kurmanın da ötesinde tarımın bilgisayarlar ve robotlar eliyle gerçekleştirilmesine doğru gitmektedir. Geçmişte sanayi devrimini “ıskalayan” ülkeler nasıl “azgelişmiş ülkeler” olarak kalmaya mahkûm olmuşlarsa, yaşanan bu süreci kaçıran ülkeler de geleceğin “az gelişmiş” ülkelerini oluşturacaklardır.

Günümüzde dünyanın neresinde üretim yaparsa yapsın, bir çiftçi, üreteceği tohumu, tüketeceği mazotu, ilacı, gübreyi bu kartelleşmiş şirketlerden (ve onların acentelerinden) onların belirlediği fiyat ve koşullardan almak zorundadır. Ürününü satarken de bu ürünleri işleyen tarımsal sanayi işletmelerine ya da yine bu sermaye gruplarına bağımlı aracı kuruluşlara bağımlı durumdadır.

Bizim gibi tarım sektörü küçük ve orta işletmelere dayanan ülkeler, bu soruna acil bir çözüm bulmak zorundadır. Çünkü dünyada tarım önem kazanır ve tarım toprakları için küresel bir rekabet başlarken ülkemizde bir çok temel tarım ürününde üretim azalmakta, tarım toprakları küçük çiftçilerin üretim sürecinden çekilmeleri nedeniyle ekilmeden bırakılmaktadır.

Geride bırakmakta olduğumuz 2018 yılında bu sürecin önlenmesi için ciddi herhangi bir adım atıldığını söylemek zordur.    Genel tablo da bu saptamayı doğrulamaktadır.

2018 YILINA REKOLTELERDEKİ AZALMA DAMGA VURDU

Bu yılın Mayıs ayında, rekolte durumunu değerlendirmek amacıyla yaptığımız bir açıklamada, “Bu yıla damgasını vuran gelişmeler tarımın temel ürünlerini oluşturan hububat ve bakliyat rekoltelerinde düşüş, girdi giyatlarında döviz kurlarının yükselmesiyle birlikte hızlanan artış ve kuraklığın ardından gelen aşırı yağışların ürünlere verdiği zararlar oldu.2018 tarımın zor yılı olacak.” saptamasında bulunmuştuk.

Nitekim Ekim ayı sonunda yapılan TÜİK ikinci çeyrek rekolte tahmininde şu rakamlar verilmiştir:

-Tahıllar ve diğer bitkisel ürünlerde %4,2 azalma (65,5 milyon ton)

-Sebzelerde %3 azalma (29,9 milyon ton),

-Meyvelerde %1,7 oranında azalma (20,5 milyon ton).

Ürün bazında bazı önemli ürünlere baktığımızda ise tablo şöyledir:

-Buğdayda %7 azalma (20 milyon ton),

Arpada yüzde 1,4 azalma (7 milyon ton),

-Tütünde yüzde 14,4 azalma (80 bin 200 ton),

-Şeker pancarında %5,4 azalma (20 milyon ton),

Diğer ürünlerde de önemli azalmalar gözlenmektedir:

Örneklersek:

Fındıkta %23,7, zeytinde % 28,5, biberde % 25,9, kayısıda %23,9, kırmızı mercimekte %20, patateste %5,2, domateste %4,7, kuru fasulyede %3,8, mısırda %3,4 azalma olmuştur.

Üretimi yükselen az sayıda ürün vardır. Bunların en önemlisi üretimi %6 oranında artmış olan pamuktur. Bu artış pamukta ithalata bağımlılığı ortadan kaldıramamış, ancak ithalat oranı yüzde 10 gerileyerek 750 bin tondan 673 bin tona düşmüştür.

AZALAN REKOLTELER NEDENİYLE İTHALAT ARTTI

Bunun sonucunda, buğday ithalatımız 2017 yılının ilk 9 ayında 3.1 milyon tondan 2018’in ilk dokuz ayında 4.1 milyon tona yükselerek yüzde 32 oranında;

Mısır ithalatımız aynı dönemler için 1.4 milyon tondan 2.1 milyon tona yükselerek yüzde 50 oranında,

Soya ithalatımız 1.8 milyon tondan 2.2 milyon tona yükselerek yüzde 22 oranında,

Ayçiçeği ithalatımız 544 bin tondan 624 bin tona yükselerek yüzde 15 oranında artmıştır.

Bu rakamlar, 2019 yılı ürünleri açısından da önemlidir.

Bu yıl, bir çok ürünün kendine yeterlilik seviyesinin altına düşmesi nedeniyle ithalatın azaltılamayacağı, bunun sonucunda rekabet etmekte zorlanan küçük üreticilerin üretim sürecinden çekilme eğiliminin devam edeceği anlaşılmaktadır.

Nitekim bu yıl ekimi yapılan bir çok üründe gübreleme işlemleri girdi fiyatlarındaki artıştan ötürü yeterince yapılamamıştır.

BUĞDAYDA ALIM FİYATLARI DÜŞÜK KALDI

Üreticilerimizi mağdur eden bir diğer gelişme ise alım fiyatlarının bu yıl da üretim maliyetlerindeki artışı karşılamayacak düzeyde kalmış olmasıdır.

Geçen yıl 940 lira olarak açıklanan Anadolu kırmızı sert ekmeklik buğdayın fiyatı bu yıl ton başına 1050 lira, geçen yıl 1000 lira olarak açıklanan makarnalık buğdayın fiyatı ise 1100 lira olarak belirlenmiştir.

Arpa alım fiyatı 8,25 lirada; çavdar, yulaf ve tritikale alım fiyatları ise beklentilerin altında kalmıştır.

Tüm bu veriler, 2018 yılının tarım sektörü ve tarımsal üreticiler açısından bir önceki yıla göre daha zor geçtiğini göstermektedir.

Daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi sorunun kökeninde tarım Kanunu’nun öngördüğü destek miktarı olan milli gelirin asgari yüzde birinin bütçeden ayrılmaması yatmaktadır. Çiftçimizin beklentisi yasal hakkı olan bu miktarın kendisine ödenmesidir.

ET VE SÜT ÜRETİMİNDE SORUNLAR AŞILAMADI

Et ve Süt Kurumu’nin resmi rakamlarına göre toplam kırmızı et üretimi 2018 yılı III. çeyreği itibariyle 339 379 ton olarak tahmin edilmiştir.

Bunun 306 bin 638 tonu sığır eti, 28 bin 539 tonu koyun etidir.

Bu rakamlar kırmızı et üretiminde kendimize yeterliliği sağlayamadığımızı göstermektedir.

10 yıla yakın bir süredir kırmızı et sorununa çare olacağı düşüncesiyle et ithalatı yapılmaktadır. Bu süre boyunca ülkemizde hayvancılığa sağlanan destekten çok daha fazla bir kaynak ithalata harcanmış, ancak sorun çözülememiştir. İthalat, hastalığın tedavisine değil, şikayetlerin geçici olarak azaltılmasına yönelik bir önlemdir.

Kırmızı et sektöründeki sorunların çözümü için hayvan sayısının arttırılmasına yönelik çalışmalar yapılması, dişi düve ve kuzu kesiminin önüne geçilmesi, et fiyatlarını etkileyen en önemli etken olan yem fiyatlarındaki artış, yem desteğinin ve yem bitkileri üretiminin artırılması gibi önlemler alınması gerektiği defalarca dile getirilmiştir. Ancak geride bıraktığımız yıl da bu sorunların çözümü için alınan önlemler yeterli olmamıştır.

Bunun sonucunda    büyükbaş ve küçükbaş hayvan ithalatı yılın ilk dokuz ayında, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde    130    artışla 1 milyon 457 bin başa yükselmiştir.

Dış ticaret verilerine göre 2017 yılının ilk 9 aylık döneminde yaklaşık 2 bin ton olan kırmızı et ithalatı ise 2018 yılında 23 kat artışla yaklaşık 46 bin tona ulaşmıştır.

Büyükbaş ve küçükbaş hayvan ile kırmızı et ithalatına da yılın dokuz aylık bölümünde ödenen döviz miktarı ise 1.6 milyar dolar (6.6 milyar lira) olarak gerçekleşmiştir.

Türkiye’nin her yıl 150 – 200 bin ton dolayında et açığı vardır. Bu açığı kapatamadığımız sürece ithalata bağımlılık artarak sürecektir.

Çare, planlı ve istikrarlı bir destekleme politikası izleyerek üretim artışını gerçekleştirmektir.

KAÇINILMAZ BİR SONUÇ: KIRDAN KENTE GÖÇ

Son dönemde çokça şikayet edilen “kırdan kente denetimsiz göç” olayının altında bu ekonomik gerçekler yatmaktadır. Köylerde üretimi sürdürmekte zorlanan çiftçi aileleri bir süre sonra ektikleri arazi miktarını kısıtlamakta yada çiftçiliği terk etmektedir.

Türkiye’de tarım topraklarının korunması için çıkarılan yasalar da toprakları korumaya yetmemektedir. Madencilik ve kentleşme başta olmak üzere tarım topraklarının amaç dışı kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır.

Bu süreç sonunda, 1980’de 28 milyon 175 bin hektara ulaşmış olan tarım toprakları önce yavaş bir şekilde daha sonra hızlanarak kullanım dışına çıkmaktadır. 1990’da 27 milyon 856 bin olan tarım toprakları, 2000’de 26 milyon 379 bin hektara, 2010’da 24 milyon 394 bin hektara, günümüzde ise 24 milyon hektarın altına inmiş bulunmaktadır.

Bu kısır döngü sonunda ülkemizde köylerde yaşayan nüfus oranı çok kısa bir zamanda yüzde 20’lerden yüzde 7’nin altına kadar inmiş bulunmaktadır. Bu büyük düşüşte Büyükşehir Yasası gibi kimi kırsal yerleşimleri büyükkent kapsamına alan uygulamaların belirli bir rolü olsa da neticede büyük kent kapsamına alınan kırsal yörelerde tarım yapma imkânı da bir süre sonra ortadan kalkmakta, sonuçta tarım ve hayvancılık alanında yaşanan “erozyon” artmaktadır.

Bu arada ekonominin genelinde görülen üretimden uzaklaşma nedeniyle kentlere göçen köylüler iş bulmakta zorlanmakta, bu durum işsizlik olgusunun yaygınlaşmasına neden olmaktadır.

SONUÇ:

Türkiye tarım sektörü kendi içinde belirli gelişmeler yaşasa da kalıcı ve istikrarlı bir üretim artışını gerçekleştirememektedir.

Örneğin en önemli ürünümüz olan buğdayda üretim, verimlilikte sağlanan tüm artışlara karşın yıllardır milyon ton civarında seyretmektedir.

Raporumuzda dile getirilen sorunların tümünün temelinde yıllardır çözülemeyen bazı sorunlar yatmaktadır.

Bu sorunlar bilinmekte ancak bir türlü çözüm için gerekli adımlar kararlı bir biçimde atılamamaktadır. Kimi zaman “Milli Tarım Politikaları” ilan edilmekte, ancak bunlar bir türlü hayata geçirilememektedir.

Dolayısıyla gelecek yıldan beklentilerimiz de değişmeden kalmaktadır.

Beklentilerimiz şunlardır:

1. Üretim alanında:

Türkiye kendine yeterliği olmayan ürünlerde yeterliği hedeflemeli ve ihracat olanağı olan ürünlerde    üretimi teşvik etmelidir. Yapılan planlar açık ve net hedeflere sahip olmalı ve kamunun desteğiyle uygulanmalıdır.

2: üreticileri koruma alanında:

Küçük ve orta üreticilerin gerek üretim gerekse ürünlerini pazarlama aşamasında uğradıkları zararı önleyecek ve tarım topraklarını koruyacak önlemler alınmalı ve uygulanmalıdır. Piyasayı düzenleyecek ve küçük üreticilerin ürünlerini işleyerek pazarlayacak Şeker fabrikaları ve benzeri tarımsal sanayi işletmeleri korunmalı, TMO, ESK gibi kamu kuruluşlar güçlendirilmelidir.

3: Destekleme alanında:

Bütçeden ayrılacak destekleme fonu Tarım Yasası’nın öngördüğü gibi asgari GSMH’nın yüzde 1’i oranına yükseltilmeli, destekleme ve kredi arasında oluşan dengesizlik giderilerek çiftçinin borç sorunu hafifletilmelidir. Girdi fiyatlarındaki aşırı artışa karşı sübvansiyon uygulanmalıdır.

4: Örgütlenme alanında:

Tarım sektörünün geliştirilmesi açısından küçük ve orta üreticiler önemli bir rol oynamaktadır. Tarım ve hayvancılığın gelişmesi, bu işletmelerin yok edilerek plantasyon tipi işletmelerin kurulmasından değil aile çiftçiliğinin korunmasından geçmektedir. O nedenle küçük ve orta üreticilerin örgütlerinin kurulması ve geliştirilmesi teşvik edilmelidir.

5. Entegrasyon alanında:

Tarım sektörü gıda ve hayvancılık sektörleriyle birlikte ele alınarak tarımsal üretim, sanayi, pazarlama ve ticaret entegre edilmelidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir