Yaşar ÖZEL 67. Kuruluş Yıldönümü Özel Röportajı
Ziraat Dünyası olarak TZD’nin 67. Kuruluş Yıldönümü dolayısıyla Dernek’te uzun yıllar görev yapmış değerli bir ziraatçı ağabeyimiz olan Yaşar Özel ile bir röportaj yaptık. 67 yıldır tarım sektöründe var olan ve görevler yapan bir sivil toplum örgütünün öyküsünü dile getiren röportajı ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz.
Sayın Özel, 67. Kuruluş Yıldönümünü kutlayan Türkiye Ziraatçılar Derneği’nin en eski üyelerinden birisiniz. Yıllarca bu derneğin aktif üyesi olarak, en tepe noktası da dahil olmak üzere, her kademesinde görev yaptınız. Derneğin tarihçesi hakkında bize bilgi verir misiniz?
Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) 13 Şubat 1949 yılında bir grup “Ziraatçı” tarafından kuruldu. Daha doğrusu Ziraatçı kökenine sadık kalan bir grup tarım sevdalısı insan tarafından kuruldu. Çünkü o tarihte, kurucular arasında Ziraat Okulundan mezun olduktan sonra başka alanlarda önemli görevler üstlenen ama kökenini unutmamış ağabeylerimiz de vardı. Örneğin ilk Genel Başkanımız Muhlis Kanak o sırada TBMM’de Matbaa Müdürü olarak çalışıyordu. İlk yönetim kurulunda Galip Adatepe, Ali Rıza Ercan, Mustafa Vardar, Atalay Özkarahan, Hayri Çeçen, Akif Pekkan ve Ali Akgündüzgibi isimler yer alıyordu. Bu isimler, Tarım Bakanlığı, Toprak Mahsulleri Ofisi, Belediye Park ve Bahçeler Müdürlüğü, Devlet Meteoroloji Müdürlüğü gibi çeşitli birimlerde önemli görevler yapıyorlardı. Meslek sevgisiyle bir araya gelmiş ve Derneğimizi oluşturmuşlardı. Bugün hepsi ebediyete intikal etmiş bu büyüklerimizi saygıyla anıyoruz.
Derneğimizin kuruluşundan yaklaşık bir yıl sonra Şubat 1950 tarihinde Ziraat Dünyası isimli dergimiz yayın hayatına başladı. Bugün Derneğimiz 67. Kuruluş Yıldönümünü kutlarken Dergimiz de 66 yıldır kesintisiz yayın hayatına devam etmiş ve 550. sayısına ulaşmıştır.
Bir noktayı da belirteyim. Türkiye Ziraatçılar Derneği, Türkiye’nin tarım sektöründeki ilk sivil toplum örgütüdür. Ziraat Odaları Birliği ve Ziraat Mühendisleri Odası gibi önemli kuruluşlardan daha önce gönüllülük temelinde kurulmuştur. Dernek merkezimiz o günlerde Ulus semtinde Yüzbaşıoğlu apartmanındaydı. İlk Kurucu başkan Muhlis Kanak’tan sonra Dernek başkanlığını uzun süre Ali Rıza Ercan yürüttü. Kendisi aynı zamanda Konya milletvekili idi. Daha sonra Süleyman Önen başkanlık yaptı. Ardından Sabri Alınak dönemi başladı.
17 yıl süren Sabri Alınak döneminde Dernek önemli bir gelişme gösterdi. Akay Caddesinde, şimdi İş Bankası’nın bulunduğu bina genel merkez binası olarak satın alındı. Bu binanın satın alınması sırasında hem yöneticiler hem de üyeler önemli fedakârlıklar yaptılar. Bir eşya piyangosu düzenlendi. Bu piyangonun biletleri Anadolu’nun her köşesinde Ziraatçı arkadaşlarımız tarafından satıldı . Köylüler para verip bilet alacak durumda olmadığı için onlara biletler belirli miktarda ürün karşılığı verildi. Bu para ve ürünlerin hepsi Genel Merkez’e gönderildi. O dönemdeki mesleki dayanışma ve fedakârlık ruhu anlatmakla bitmez.
Daha sonra Dernek tarihine damgasını vurmuş olan bir “Genç Ziraatçılar” olgusu var. Ondan da söz eder misiniz?
Tabii zaman içinde toplumumuzda ve tarım kesiminde değişimler yaşandı. Toplum daha bilinçli bir hale geldi. Genç ziraatçı arkadaşlarımız derneğin faaliyetlerine coşkuyla katıldılar ve öne çıktılar. Bunun sonucunda 1974 yılında benim de aralarında bulunduğum Genç Ziraatçılar adlı bir grup oluştu. 1974 yılında DSİ Toplantı Salonunda ilk toplantımızı yaptık ve genel kurula farklı bir listeyle katıldık. Neticede o kongrede biz deneyim kazandık, Sabri Bey de seçimi kazandı. 1976 yılındaki genel kurula daha sıkı çalışarak hazırlandık. O zamanlar ziraat okullarının yaygınlaşmasına paralel olarak genç ziraatçıların sayısı giderek artıyordu ve gençler daha aktif ve toplumsal sorunlara daha duyarlı bir yönetim görmek istiyordu. Biz de Genç Ziraatçılar olarak bu insanların özlemlerine tercüman olduk, onlarla iyi ilişkiler kurduk. Zaman zaman onlarla bir araya geliyor, bir araya gelemediğimiz zaman mektuplaşarak aramızdaki bağları güçlendiriyorduk. Şube kongrelerine katılıyor, programımızı anlatıyorduk.
Tabii bu durum daha yaşlı ağabeylerimiz arasında zamanla bir tepki yarattı. Onlar tarım konusuna duyarlı olsalar da toplumsal konularda biraz duyarsız kalıyor, toplumdaki değişimlere cevap vermekte zorlanıyorlardı.
Burada bir anımı anlatayım. Ben Konyalıyım. Konya Şubemizin toplantısına katılmak üzere Süer Kalkan adlı bir arkadaşımla birlikte memlekete gittim. Ancak bizi toplantıya almak istemeyen Şube Başkanı tarafından tartaklandım. Daha açıkçası kendi memleketimde örgütümün toplantısına katılmak istediğim için dayak yedim. Tabii bu tür davranışlar üyeler arasında büyük tepki yaratıyordu. O zamanki tüzüğe göre her üye kongreye ve seçimlere katılma hakkına sahipti. Yani herkesin oy hakkı vardı. Delege sistemi yoktu. Bu da bizim işimize yaradı. Yaşlı üyeler bize “çoluk-çocuk” gözüyle bakarken biz, genç, dinamik unsurların desteğini aldık. Bu atmosfer içinde 7 Kasım 1976 günü Necatibey Caddesindeki Derya Sinemasında toplanan genel kurula ayrı bir listeyle katıldık. Genel Kurul çok çekişmeli geçti. Taşradan gelen üyeler Genel Başkan Sabri Bey’in Divan oluşumunu oldu bittiye getirmesine isyan ettiler. Bu gerginlik içinde üç grup yarıştı. Yarışma esas olarak Genel Merkezciler ile Genç Ziraatçiler arasında oldu. Sonuçta bizim grup 633 oy alırken Genel Merkezciler 592’de kaldı. Birlik Grubuna ise 205 oy çıktı.
Genel Merkez’deki ağabeylerimiz, bu duruma tepki gösterdiler. Devir teslim işlerini yapmak için Derneğe bile gelmediler.
Eski yönetim, hiçbir bilgi vermeden çekip gidince seçilen yeni yöneticiler olarak bir araya geldik. O dönemde Yalçın Yılmaz Genel Başkanlığı üstlendi. Ben de Genel Başkan Yardımcısıydım. Yönetim Kurulunda, daha sonra Genel Başkanlık yapacak olan Mehmet Ali Akalın da yer alıyordu. Bu arkadaşlarla birlikte, hiçbir menfaat gözetmeden Ziraatçılar adına çalışmalara başladık. O zaman Maliye Bakanlığı bazı mesleki konularda Ziraat Teknisyenlerinin kazanılmış haklarını kısıtlamaya yönelik bir takım adımlar atmıştı. Bunları dönemin Tarım Bakanı ve ilgili bakanlarıyla görüşerek engelledik böylece tabanda bir güven ve rahatlama sağladık.
Bu arada çok ilginç bir olay yaşadık. Dernek’in durumu ile ilgili çalışmalar yaparken Marmaris’te tatil kampı yapılması için Derneğimiz adına bir yer tahsis edildiğini gördük. Bu konuda bize bir şey söylenmemişti. Kimsenin de bu durumdan haberi yoktu. Dosyaları karıştırırken kampın varlığını tesadüfen öğrenmiştik.Yönetim Kurulu üyeleri olarak Marmaris’e gittik. Sonra bu alanda üyelerimizin yararlanacağı bir çadırlı kamp oluşturduk. Bir takım tesisler kurduk. Böylece tahsis süresi bitinceye kadar üyelerimizin faydalanacağı güzel bir imkân yarattık.
Sanıyorum 26 Kasım 1978 tarihinde Derneğin yeni genel kurulu yapıldı. O genel kurulda biz Genç Ziraatçılar olarak Yalçın Yılmaz’ın listesinden ayrı bir listeyle girdik ve yine kazandık. Benim genel Başkan olduğum bir listeydi bu. Çalışmalarımız çok güzel gidiyordu. Fakat ülkemiz o zamanlar çok karışık bir dönem yaşıyordu.
12 Eylül’e giden süreçten söz ediyorsunuz…
Evet, bir süre sonra 12 Eylül darbesi oldu. O dönemde üzerimizde büyük baskılar oluştu. Siyasi partiler ve bir çok demokratik kitle örgütü kapatıldı. Bizim de yöneticilerimizin bir bölümü çeşitli gerekçelerle tutuklandı. Bu durum bizde Derneğimizin kapatılabileceği endişesini oluşturdu. O dönemde kapatılan derneklerin mallarına da el konuluyordu. O sırada mal varlığı olarak elimizde Ziraatçı arkadaşlarımızın yaptıkları katkılarla alınmış bir genel merkez binamız vardı. Hem binamızı koruyabilmek hem de Derneğimizin kapatılması durumunda çalışmalarımızı devam ettirebilmek amacıyla Vakıflar Kanunu uyarınca bir vakıf kurmak ve binamızı o vakfa bağışlamak düşüncesinde birleştik. Tarımcılar Vakfını kurduk. Genel Kurulumuzu yaparak Derneğimizin yegâne varlığı olan bu binayı vakfa devrettik. Bir süre sonra Vakıf bu binayı Türkiye İş Bankası’na kat karşılığı yeni bir bina yapmak üzere verdi. Bunun karşılığında yapılan binanın beş katı Vakfın oldu. Bu beş katın bir katı kullanılmak üzere Derneğe tahsis edildi. Biz şimdi yalnızca bu katın kirasını alıyoruz.
Bundan sonra Vakfın başına gelenler anlatmakla bitmez. Vakıf doğru dürüst çalışmadı. Bazı vakıf yöneticileri o sıralar usulsüz işler yaptıkları için halen yargılandıklarından bu konuda fazla bir şey söylemek istemiyorum. Bizler şu andaki Vakıf yönetimine, mal varlığımızın iade edilmesi yolunda bir teklifte bulunduk. Bakalım Vakıf Yönetim kurulu bu konuda ne karar verecek. Bu konuda bir beklenti içindeyiz.
12 Eylül dönemindeki baskılardan Dernek nasıl etkilendi?
12 Eylül darbesi gerçekleştiğinde o zamanki Dernek Başkanı Mehmet Ali Akalın idi. O tutuklandı. Onun yerini vekaleten Yönetim Kurulu üyelerimizden İbrahim Yetkin aldı. Daha sora İbrahim Bey de tutuklandı. Bir dağınıklık dönemi yaşandı. O dönemde Prof. Dr. Nurettin Yıldırak Genel Başkan olarak görev yaptı.
Daha sonra İbrahim Yetkin, Derneğin Genel Başkanlığı’nı üstlendi ve Derneği tekrar toparladı. Kendisi 30 yıla yakın bir süredir görevini başarıyla sürdürüyor. Onu anlatmak için fazla bir şey söylemeye gerek yok. Bugün tüm Türkiye’nin tanıdığı, saygı duyduğu bir insandır. Tarım sektörünün duayeni sıfatını gerçekten hak etmektedir. Kendisi şu sıralar önemli sağlık sorunları yaşıyor. Dileğimiz en kısa zamanda bu sorunları geride bırakıp aramıza dönmesidir.
Yaşar Bey, burada bu “Ziraatçılık” konusunu biraz açmanızı rica edeceğim. Hepimiz biliyoruz, Ziraat okulları Cumhuriyet döneminde tıpkı Köy Enstitüleri gibi son derece kısıtlı koşullar içinde yaşayan köylü çocuklarını eğitmek amacıyla kurulmuş, yatılı bölge okullarıydı. Buralarda yoğun bir teorik ve pratik eğitim programı uygulanıyor ve mezun olanlar Tarım Bakanlığı bünyesine alınarak köylerde görevlendiriliyordu. Ayrıca mezun olanların bir bölümü eğitim süreçlerini devam ettirerek Ziraat Mühendisi ya da başka alanlarda kamu yöneticisi oluyorlardı. 1949 yılında Derneğin Kurucuları böyle insanlardı. Onlardan sonra görev yapan Sabri Alınak, Türkiye’de tütüncülüğün geliştirilmesinde çok önemli rol oynamış bir şahsiyetti. Yurtdışında eğitim almış ve bu konuda çeşitli eserlere imza atmıştı. O dönemde bir yandan Beşiktaş Futbol Kulübünde yöneticilik yaparken, diğer yandan Ziraat Odaları Birliği yönetiminde de görev almıştı. Yine günümüzde DİMES gibi büyük tarımsal sanayi kuruluşlarını yaratan bir çok Ziraatçının özel sektörde gelişmenin öncülüğünü yaptığını biliyoruz. Siz de bir köylü çocuğu olarak bu okullarda okudunuz ve yıllarca tarım sektörüne önemli katkılarda bulundunuz. Muhakkak ki bu işler, belirli bir bilinç gerektirir. O zamanlar Ziraat Okullarında eğitim nasıldı? Ziraatçılar hem tarım alanında, hem de diğer alanlarda nasıl bu kadar başarılı oldular?
Bu önemli sorunuz için teşekkür ederim. Gerçekten de Bölge Ziraat Okullarına öğrenciler genelde köylerden alınırdı. Köy çocukları, zaten tarıma aşinaydı. Okullarda bize meyvecilik, sebzecilik, tarla ziraatı, hayvancılık, arıcılık, makina kullanımı, yani tarımlailgili aklınıza gelebilecek her konuda son derece yoğun bir eğitim veriliyordu. Derslerimiz öğleye kadar pratik, öğleden sonra teorik eğitim esasına dayanıyordu. Yatılı olduğumuz için tatil dönemlerinde de çoğu arkadaşımız çalışmalara devam ediyordu. Hatta bazı hocalarımız, bazı derslerde biraz zayıf gördükleri öğrencileri, yaz döneminde bilgilerini pekiştirsinler diye bilinçli olarak ikmale bırakırlardı. Mesela sebzecilikten ikmale kalırdık, kendi aramızda gülerdik, bu dersten nasıl ikmale kalınır diye. Ama sonunda o işi yapmayı öğrenirdik.
Bizlere bu çalışma temposu ağır gelmiyordu. Çünkü köy ortamında zaten bu faaliyetlerin içinden geliyorduk. Ağır çalışmaya alışkındık. Okulda öğrendiğimiz bilgilerden zevk alıyor ve bunları köylümüze, ailemize aktarmak için sabırsızlanıyorduk. Sizin de söylediğiniz gibi Köy Enstitülerinde köylü çocukları nasıl yetiştirilmişse, Ziraat Okullarında da aynı şekilde yetiştirilmeye çalışılıyordu.
Çok kaliteli öğretmenlerimiz vardı. Bizi her konuda eğitmek için kendileri de çok çaba harcarlardı. Ben, doğrudan alanım olmadığı halde çok süt sağdım. Peynir yapmasını, şarap yapmasını öğrendim. Ziraat sanatlarına giriyordu bu dersler. Bunun yanında normal eğitim programına giren matematik, coğrafya gibi dersler vardı zaten. O değişmiyordu.
Mezun olan öğrenciler en kısa zamanda Tarım Bakanlığı bünyesinde İlçe Ziraat Teknisyenliklerinde istihdam edilirlerdi. Şimdi isimler değişti, o birim önce İlçe Ziraat Mühendisliği oldu; sonra da İlçe Tarım Müdürlüğü oldu. Buralarda görevlendirilen Ziraat Teknisyenleri köylere gönderilir ve oralarda bilgilerini köylülere aktarırlardı. Çalışmalara bizzat katılırlardı. Köylü gibi yaşamasını bilen insanlardı.
Ziraat Teknisyenlerinin yanı sıra Ev Ekonomisi Teknisyeni arkadaşlarımız da vardı. Bunlar da Ev Ekonomisi Teknisyenleri olarak kendi alanlarında aynı Ziraat Teknisyenleri gibi yetiştirilmişlerdi. Daha çok köylü kadınlarını eğitmek gibi bir görevi üstlenmişlerdi. Köyün kadınlarına ve genç kızlarına biçki, dikiş, reçel, turşu yapılması gibi teknikleri öğretirler, onlara yeni beceriler kazandırırlardı. Bazı köyler belirlerdik; bu köylerde yürütülecek faaliyetleri planlardık. Ev Ekonomisi ve Ziraat Teknisyeni arkadaşlar, İlçe merkezlerinden çalışma yapılacak köylere tek tek dağıtılır, aynı araçla akşam toplanarak ilçe merkezine geri getirilir evlerine bırakılırdı. Çiftçiye hizmet eden bu arkadaşlarımız çiftçinin tohumluğunun temizlenmesinde, ilaçlanmasında önemli katkılarda bulunurlardı. Bunlar için tohum temizleme evleri kurardık. Bunları hiçbir prim, ikramiye almadan gönüllü yapardık.
Kimi zaman ekin güvesi, bambul, süne, kımıl gibi bazı haşere ya da parazitler bir bölgeyi istila ettiğinde, o bölgede hemen gerekli önlemleri alıp mücadeleyi bizzat yürütürdük. O zamanlar Anadolu’da çok sık çekirge afeti görülürdü. Bunlarla mücadele ederdik. Bu mücadeleler sırasında bir çok arkadaşımız, o zaman kullanılan tarım ilaçlarının yan etkileri yeterince bilinmediği için maruz kaldıkları kimyasalların etkileri nedeniyle daha sonra yaşamlarını yitirdiler. Onları da burada saygıyla anıyorum.
O zamanlar köylülerle ilişkiniz nasıldı? Bir köylünün gözünde Ziraatçı neydi? Ondan ne beklenirdi?
Çiftçiler Ziraatçıyı severlerdi; sorunlarını anlatır, çözüm beklerlerdi. Ama bazen bilimsel yaklaşımlara karşı şüpheci davranırlardı. Örneğin, yabancı ot ilaçlarına karşı ön yargıları olurdu. “Ne demek efendim, yabancı otu öldürüp de buğdaya zarar vermeyen ilaç olur mu?” derlerdi. Ama sonuçları gördükten sonra ikna olurlardı. Kimi zaman modern tarımcılık tekniklerine uzak durur, ama tohumluk yardımı gibi yardımlardan hak ettiklerinden fazla yararlanmak isterlerdi. “Uyanık” çiftçiler Ziraatçıları bir hayli meşgul ederdi. Köylü tarlasında, bahçesinde bir sorun gördüğü zaman gider Ziraatçıya söyler, o da üşenmeden tarlaya giderek olayı görür ve bunun çarelerini arar, halletmeye çalışırdı. Ziraatçılar bu şekilde çalıştılar köylerde.
Sizin çalıştığınız dönemde köylerde ve ziraat yöntemlerinde nasıl değişiklikler gerçekleşti?
Bizim Ziraat okullarından mezun olduğumuz zamanlarda çiftçiler tarlalarını sabanla sürüyorlardı. Pulluk bile azdı. Bir çift öküzle işini gören insanlar vardı. Tabii zamanla teknoloji geliştikçe çiftçiler bundan yararlanma yolunu seçtiler. Bunda Ziraatçı arkadaşlarımızın çiftçilere tavsiyelerinin de rolü oldu; ama esas olarak başkalarından görüp onun yararlarını anladıkça çiftçilik yöntemlerini geliştirdiler. Şimdi artık saban müzeye kalktı. Öküz kullanarak çiftçilik yapan da kalmadı gibi bir şey. Şu anda güç kaynağı olarak traktör kullanılıyor. Teknoloji oldukça ilerledi. Şimdi bakıyorum çiftçiler ceviz ve badem toplama işini bile çırpma makineleriyle yapıyorlar. Şu anda derneğimize gelip bu aletleri nereden alabiliriz diye soranlar var. Yakın zamana kadar bu tür meyveler sırıkla vurarak toplanırdı. Tabii bu sırıkla vurma sırasında dallar, yeni sürgünler bir hayli hırpalanırdı. Bunu önlemek için cevizleri silkeleyerek düşüren aletler geliştirildi. Çiftçiler şimdi bunları kullanıyorlar.
Yine bizim mesleğe başladığımız dönemde arıcılık sepetle yapılırdı. Fenni kovanla yapılan arıcılığı yerleştirmek için bir hayli güçlük çektik. Bu konuda bizleri Ziraat Müdürlüklerinde eğittiler. Bu eğitimi alan Ziraatçılar da köylülere eğitim verdiler. Örneğin ben, en az on köyde arıcılık kursu verdim. Bu arada devlet de kursiyerlere hediye olarak, bedelsiz fenni arı kovanı verirdi. Biz de bunları köylerde dağıtırdık. Gerçi son zamanlarda sepet kovanda üretilen balın daha kaliteli olduğu düşüncesinin yaygınlaşması ve parasının daha iyi olması sebebiyle bazı arıcılık yapan çiftçiler yeniden sepet kovana dönmeye başladılar, ama teknolojik olarak geçerli olan fenni kovandır.
Bu dönemde Dernek de yapısal bazı değişimlerden geçerek kendini yeni koşullara uyarladı. Bu değişimler nasıl gerçekleşti?
Ziraat Teknisyenleri kendilerini çiftçiden, köylüden hiçbir zaman soyutlamaz. Bu okulunda aldığı bir terbiyedir. Çiftçi ile köylü ile iç içedir. Çiftçinin derdine ortaktır.
Ziraat Okullarından mezun olurken öğrendiğimiz şeylerin başında çiftçinin yaşamına uyum sağlamak gelirdi. Örneğin, o zaman çiftçi yemeğini masada değil yer sofrasında yerdi. Bize de onunla birlikte dizimizi kırıp yer sofrasına oturmamız salık verilirdi. Yani çiftçi ile birlikte olmanın usulleri öğretilirdi.
Zamanla bir takım alışkanlıklar, usuller değiştikçe biz de değiştik. Örgütsel yapımızda bu yönde bazı değişiklikler yaptık. Mesela içimizde yetişip ziraat fakültelerini bitiren arkadaşlarımızın sayısı arttı. Ziraat fakültesi mezunu arkadaşlarımızın içinde de Derneğin çalışmalarına ilgi duyan ve katılanlar oldu. Bunun yanı sıra köylüler tarımsal üreticilere dönüştükçe köylerde genç, yeni teknolojilere açık üreticilerin sayısı çoğaldı. Kooperatif örgütlenmelerin başını çeken ya da yeni teknolojileri üretime uygulayarak çevrelerinde öncülük yapan bu çiftçilerin Derneğimize ilgisi yoğunlaştı. Bunun yanı sıra, tarım ve gıda sektörünün çeşitli dallarında çalışan insanlar Derneğimizin tarım sektörünün çıkarlarını savunan tutumlarından etkilenerek Derneğe üye olmak istediler. Bu gelişmeleri göz önüne alarak geçtiğimiz yıllarda tüzüğümüzü değiştirdik. Derneğimizin kapılarını yalnızca Tarım ve Ev Ekonomisi Teknisyenleri ve Teknikerlerine değil, tarım sektörünün herhangi bir dalında eğitim almış herkese açtık. Bunun yanı sıra öncü nitelikte çiftçilerin de üye olabilmelerine imkân tanıdık. Bunun sonucunda giderek daralan bir kesimin mesleki örgütü olmaktan çıkarak tarım sektörünün genelinin çıkarlarını savunan bir sivil toplum örgütüne dönüştük.
Yine önemli bir adım atarak, 15 yıl önce tarım ve gıda sektörünün önemli kurum ve kuruluşlarını bir araya getiren Ulusal Tarım Kongresini topladık. Bu kongrelerin çerçevesini genişleterek geleneksel bir hale getirdik. Geçtiğimiz aylarda 15. Ulusal Tarım ve Gıda Kongresi’ni başarıyla gerçekleştirdik. Bu etkinlik, artık tarım sektörünün sorunlarının bir bütünlük içinde dile getirildiği önemli bir platforma dönüşmüş durumdadır.
Derneğin üye yapısını bu çalışmalar nasıl etkiledi?
Derneğin üye sayısı on ile onbir bin arasında değişiyor. Biz mümkün olduğu kadar bu sayıyı artırmayı hedefliyoruz, ancak üyelerimizde belirli nitelikler aradığımızdan gelenler ve gidenler oluyor.
Tabii biz gönüllü bir kuruluş olduğumuz için bir mesleki faaliyeti yürütmek için üye olunması zorunlu odalar, birlikler gibi değiliz. Tamamen bağımsız, üye aidatları ve bağışları ile işleri yürüten bir kuruluşuz. Yöneticilerimizin hiçbiri yaptığı işten dolayı bir maaş ya da ödenti almaz. Toplantılarımıza katılanlar masraflarını kendi ceplerinden öderler. Bu koşullar altında 67 yıldır aktif bir şekilde faaliyetlerimizi sürdürüyoruz.
Biz Türkiye Ziraatçılar Derneği olarak Türkiye’de tarımın gelişmesine katkıda bulunduğumuzu düşünüyoruz. Bu katkıyı hem sahada, yani tarlada, tarımsal danışmanlık alanında, hem kamuoyunu aydınlatmada, hem düzenlediğimiz toplantılarla, hem de yayın faaliyetimizle gerçekleştiriyoruz. 50 yılı aşkın bir süredir yürüttüğümüz faaliyetler nedeniyle Kamu Yararına Dernek Statüsüne sahip bulunuyoruz. Ve bu niteliğimizi bundan sonra da korumak için çalışıyoruz.
Bütün bu faaliyetlerimiz sırasında en önemli kıstasımız hiçbir kesimin “arka bahçesi” olmamak ve tarımın yararlarını her zaman ön planda tutmaktır.
Bu anlayışımız bundan sonra da devam edecektir ve inanıyorum ki, TZD önümüzdeki yıllarda da gençlerin katılımı ile işlevini sürdürerek daha nice yıllar tarıma hizmet verecektir.