00903122138435 info@tzd.org.tr

Türkiye Ziraatçılar Derneği 2021 Yılı Tarım Sektör Değerlendirmesi

2021 yılı tarım sektörümüz açısından yıllardır kronikleşmiş sorunların daha ciddi boyutlar kazandığı, pandeminin ekonomide yarattığı olumsuz etkilerin devam ettiği, bunun yanı sıra kuraklık ve orman yangınları gibi iklim koşullarının değişmesine bağlı felaketlerin şiddetlendiği ve yaygınlaştığı bir yıl olmuştur.

KURAKLIK ÜRETİME BÜYÜK ZARAR VERDİ

Bu yıl yaşadığımız meteorolojik kuraklık yurt çapında etkisini gösterirken, en çok zararı Konya Ovası’ndaki hububat bitkilerine ve Şanlıurfa ovasındaki baklagil ürünlerine vermiştir.

Normal ekim sezonunda düşen yağış miktarından yüzde 30 ila 40 oranında daha az yağış alan Konya Ovasında kıraç arazilerde bazı tarlalar hasat edilmemiş, bazılarında da 50 ila 200 kilo arasında değişen verim alınmıştır. Konya’da 3 milyon ton civarında beklenen buğday-arpa rekoltesinin bu yıl 2 milyon ton civarında olduğu tahmin edilmektedir.

Yine kuraklık nedeniyle Mardin’de ekili tarım arazilerin yüzde 35’i, Diyarbakır’da yüzde 80’i, Urfa’da ise yüzde 40’ı kuraklıktan ciddi biçimde etkilenmiştir.

Kuraklık, hububat başta olmak üzere bir çok üründe önemli hasara, dolayısıyla rekolte düşüşlerine yol açmıştır.

TÜİK’in ikinci çeyrek tahminlerine göre tahıl ürünlerinin üretim miktarları 2021 yılında bir önceki yıla göre %15 oranında azalarak yaklaşık 31,6 milyon ton olmuştur.

Buğday üretiminin %13,9 oranında azalarak yaklaşık 17,7 milyon ton, arpa üretiminin %30,7 oranında azalarak yaklaşık 5,8 milyon ton, çavdar üretiminin %32,4 oranında azalarak 200 bin ton, yulaf üretiminin %9,1 oranında azalarak 286 bin ton olarak gerçekleştiği tahmin edilmektedir. Baklagillerin önemli ürünlerinden nohutun %24,6 oranında azalarak 475 bin ton, kırmızı mercimeğin %30 oranında azalarak 230 bin ton, yumru bitkilerden patatesin ise %1,9 oranında azalarak 5,1 milyon ton olduğu hesaplanmıştır.

Diğer önemli ürünlerden mısır üretimi değişmeyerek 6,5 milyon tonda kalmış, kuru fasulye %8 oranında artarak 302 bin ton, ayçiçeği üretiminin %15,6 oranında artarak yaklaşık 2,4 milyon ton olmuştur.

Ancak bu rakamlar iyimser rakamlardır. Alandan gelen bilgiler, bir çok bölgede rekoltelerin belirtilen oranların altında olduğu yolundadır. Kısmen arttığı belirtilen ürünlerde bile rekolteler tüketimi karşılayamamaktadır. Ayçiçeği rekoltesinin artmasına karşın ayçiçeği yağında yaşanan sıkıntılar da bunu göstermektedir.

Buna karşılık, bazı ürünlerde rekolte artışlarının olduğu ya da üretim düzeylerinin eski durumlarını koruduğu gözlenmiştir. Örneğin yulaf üretimi    %6,5 oranında artarak yaklaşık 335 bin ton, kuru fasulyeüretimi %3,8 oranında artarak 290 bin ton, kırmızı mercimek üretimi    %6,6 oranında artarak 350 bin ton olaak gerçekleşmiştir.

Sebze üretimi bir miktar azalmasına karşı genelde durumunu korumuştur.

Sebze ürünleri üretim miktarının 2021 yılında bir önceki yıla göre %0,3 azalarak yaklaşık 31,1 milyon ton olacağı tahmin edilmektedir.

Sebze ürünleri alt gruplarında üretim miktarları incelendiğinde, yumru ve kök sebzelerde %1, meyvesi için yetiştirilen sebzelerde %0,4 oranında azalış olurken salçalık, kapya biberde %8,4, sivri biberde %7,3, sakız kabakta %7,3 oranında artış olurken, domateste %1,5, karpuzda %2,6, hıyarda %1,9 oranında azalış olacağı öngörülmektedir.

Meyve üretiminin ise kuraklıktan etkilenmediği için    2021 yılında bir önceki yıla göre %7,1 oranında artarak yaklaşık 25,3 milyon ton olması beklenmektedir.

Meyveler içinde önemli ürünlerin üretim miktarlarına bakıldığında, bir önceki yıla göre elmada %0,9, üzümde %0,2 oranında azalış, şeftalide %2,7, kirazda %1,8, çilekte %18,2, zeytinde %44,3 , muz da ise %11,5 oranında artış olduğu görülmektedir.

Turunçgil meyvelerinden mandalinada %10,4, portakalda %38,7, limonda %22, sert kabuklu meyvelerden fındıkta %5,3 oranında artış olurken antep fıstığında %66,3 oranında azalma olmuştur.

Sonuç olarak kuraklık bu yıl tarımsal rekolte kaybına yol açarken gıda fiyatlarının artışına da katkı yapmıştır.

KORONAVİRÜS SALGINI TARIMI OLUMSUZ ETKİLEDİ

Pandeminin dünyada ve ülkemizde tarım ve gıda sektörü üzerinde yarattığı olumsuz sonuçların en başta geleni, ekonomideki genel daralma ve kısıtlamaların tarım ve gıda sektörlerine katlanarak yansımış olmasıdır. Pandemi nedeniyle dünya ekonomilerinde yaşanan durgunluk devletin ekonominin çarklarını döndürmek amacıyla çeşitli sektörlere kaynak aktarmasına yol açmış, ancak tarım sektörü bundan yararlanamamıştır.

Pandeminin tarım ve gıda sektörü üzerindeki bir diğer olumsuz etkisi de stoklamaların artması nedeniyle yaşanan ihracat kısıtlamaları ve fiyat dalgalanmalarıdır. Bu dalgalanmalar özellikle kişi başına gelir düzeyi düşük, gelir dağılımı dengesiz ve temel tarım ürünlerinde dışa bağımlı ülkelerde yıkıcı etkiler yaratmıştır. Türkiye’nin buğday başta olmak üzere bir çok temel tarım ürününde dışa bağımlı hale gelmekte olması bu sıkıntılardan önemli ölçüde etkilenmesi sonucunu doğurmuştur.

PETROL FİYATLARINDAKİ ARTIŞ ÇİFTÇİNİN SIRTINA BÜYÜK BİR YÜK BİNDİRDİ

Pandeminin ilk yılında kısıtlamalar nedeniyle    petrol ve enerji talebi düşmüştü; ancak daha sonra kısıtlamaların adım adım kaldırılması ve aşıların bulunmasıyla birlikte hem piyasalar canlanmış hem de petrole ve doğalgaza olan talep olağanüstü artmıştır. Bu durum sonucunda pandeminin birinci döneminde yüzde 48 oranında düşen enerji fiyatları ikinci dönemde yüzde 78 oranında yükselmiş, bu durum, başta mazot ve gübre olmak üzere    tarım ve gıda sektöründe kullanılan girdilerin fiyatlarında büyük artışlara sebep olmuştur. Ülkemizde yaşanan “kur krizi” fiyatları daha da yükseltmiştir.

Bilindiği gibi ülkemizde tarım sektöründe maliyetleri büyük ölçüde girdi fiyatları belirlemekte, girdiler ise neredeyse yüzde 90 oranında ithal edilmektedir. Bunların başında ise mazot, gübre, tohum, ilaç gibi girdiler gelmektedir.

Girdilerdeki artış oranları özellikle son dönemde şaşırtıcı boyutlara ulaşmıştır. Örneğin gübre fiyatlarına 16 ayda 35 kez zam gelmiştir. Geçen yıl haziran ayında tonu bin 800 lira olan ÜRE gübresinin ton başına peşin fiyatı 19 Ekim 2021’de 11 bin 700 TL’ye çıkmış, son günlerde art arda gelen zamlarla 14.800 liraya kadar yükselmiştir. Geçen yıl haziran ayında 2 bin 250 liradan satılan DAP gübresi ekim ayında 9 bin 750 liraya, aralık ayında 10 bin 950 liraya çıkmıştır. İki gün arayla yapılan son zamlarla DAP gübre fiyatı yüzde 27 oranında artmıştır.

Son bir yılda ÜRE gübresinde % 394, DAP Gübresinde % 259, AMONYUM NİTRAT gübresinde % 373, AMONYUM SÜLFAT gübresinde % 441, KOMPOZE ( 20-20-0) gübresinde ise % 236 lık artış görülmüştür.

Döviz kurunda yaşanan düşüş ile bazı gübre firmaları % 20-25’ lik indirim yaptıklarını duyurmuşlardır. Ancak kışlık ekimlerden özellikle hububatgillerde ekim büyük oranda tamamlandığından çiftçiye fazla bir katkı sağlamamış, sadece yazlık ekilişlerde özellikle baklagiller, sebze ve meyvelerde bir nebze girdilerden kimyasal gübrelerdeki düşüş oranları kadar yararlı olacaktır. Ama Tarım Kredi Kooperatiflerinden (TKK) gübre fiyatları ile ilgili bugüne kadar herhangi bir indirime gidilmemiştir.

Gübreye verilen desteğin yetersizliği de önemli bir sorundur. 2016 yılında gübre ve mazot desteği birleştirilmiş ve 2017’de gübre desteği dekar başına 4 lira olarak sabitlenmişti. Oysa    2015 üretim yılında çiftçi, gübre desteği olarak hububat, yem bitkileri, baklagiller, yumrulu bitkiler, sebze ve meyve alanları için dekara 6 lira 60 kuruş, yağlı tohum ve endüstri bitkilerinde ise dekara 8 lira 25 kuruş destek alıyordu. 2020 ürünü için buğday, arpa, çavdar, yulaf ve tritikale için gübre desteği dekar başına 8 liraya yükseltildi; ancak bu miktar fiyat artışları karşısında yetersiz kaldı.

Gübre üretiminde ağırlıklı olarak ithalata bağımlı bir ülkeyiz. Kimyasal gübre, Türkiye’nin dış ticarette en çok açık verdiği ürünler arasındadır.    Bunun birinci nedeni kimyasal gübrenin içeriğini oluşturan azot, fosfor ve potasyumun ülkemizde yeterince bulunmamasıdır.

Gübre fiyatlarının artmasında rol oynayan bir diğer etken de Türkiye’de devlet mülkiyetinde olan gübre fabrikalarının özelleştirmeler yoluyla satılması ve kapatılmasıdır. Özelleştirmeler öncesinde ülkemizin toplam 5,8 milyon ton olan üretim kapasitesinin yüzde 42’si kamu, yüzde 58’i özel sektör kuruluşlarına elindeydi.    Bir kamu kuruluşu olan TÜGSAŞ yüzde 29’luk payıyla sektörün başat üreticisiydi ve fiyatların belirlenmesinde önemli bir rol oynamaktaydı. 2004-2005 yılları arasında bu kuruma ait işletmeler satıldı ve kurum tasfiye edilmiştir.

DÖVİZ KURLARINDAKİ DÜŞÜŞ MAZOT FİYATLARINA YANSITILMADI

2020 sonunda 6,56 lira olan mazot fiyatı da 2021 Aralık ayında 11.49 TL’ye yükselerek neredeyse iki katına çıkmıştır. Bu artışların pompa fiyatlarına tam olarak yansıtılmaması uygulaması yaşanan ekonomik sıkıntı nedeniyle kaldırılmış, ancak daha sonra mevduatlara dolar garantisi verilince kurlar düştüğü halde mazot fiyatlarında bir indirime gidilmemiştir. Kısmi indirimler ise tüketiciye yansıtılmamıştır.

Mazota verilen destek de mazot fiyatlarındaki artışın çok gerisindedir. 2020’den bu yana tarımsal desteklemelerde    3 milyar lira artış olmuş, buna karşılık salt 2021 yılında mazota gelen zamlar nedeniyle çiftçinin bütçesinden 6 milyar TL’den fazla para çıkmıştır.

Elektrik ve sulama giderlerinin yüksekliği ve gübre fiyatlarındaki artışlar nedeniyle ne doğru dürüst gübre atılabilmiş ne de sulama yapılabilmiştir.

Aralık ayında bankalardaki dolar mevduatlarının TL’ye çevrilmesi durumunda getirilen kur garantisi nedeniyle dolar fiyatları bir miktar düşmüşse de bu düşüş girdi fiyatlarına yansıtılmamıştır. Yalnızca gübrede bazı kuruluşlar küçük indirimler yapmış ancak bu da sorunu çözmeye yetmemiştir.

MALİYET ARTIŞLARI VE PAZARLAMA SORUNLARI GIDA ENFLASYONUNU KÖRÜKLEDİ

TÜİK tarafından geçen yılın enflasyon oranı 14,6 olarak açıklanmıştı. Ancak akademisyenlerden ve eski bürokratlardan oluşan Enflasyon Araştırma Grubu’nun (ENAG) açıkladığı rakamlara göre gerçek enflasyon oranı yüzde 36,72’ydı. 2021 yılında enflasyon TÜİK’e göre 19.89, ENAG’a göre 49.87 olmuştur.

Aradaki fark, enflasyon sepeti içerisinde halkın gerçek tüketimini oluşturan gıda ürünlerinin yeterince yer almamasından ve sepetin yıllık enflasyon hesaplamaları yaklaşırken, fiyatı azalan ürünlerle revize edilmesinden kaynaklanmaktadır.

Ülkemizde gıda fiyatlarındaki artış son ayların en çok şikayet edilen konusudur. Bu olguda pazarlama alanında yaşanan sıkıntılar belirli bir rol oynamaktadır.

Döviz fiyatlarındaki sıçramalar da ithal malların fiyatlarının pahalanmasına ve “maliyet enflasyonu”nun yükselmesine neden olmaktadır. Bu durum göz önüne alınmadığı takdirde tek başına pazarlama zincirinin son halkası üzerinde uygulanacak baskılar ters tepecek, zincir marketler fiyatlarda bir indirim yapsa bile bu durum çiftçinin piyasaya sattığı ürünlerin fiyatlarının düşmesine yol açacaktır. Maliyet enflasyonu nedeniyle gübre, mazot, ilaç başta olmak üzere bir çok ithal ürün kullanan çiftçi bu durumda iflasa sürüklenecek ve üretimi terk edecektir. Bu da üretimin azalması dolayısıyla gıda fiyatlarının yükselmesine neden olacaktır.

ÇİFTÇİ, GIDA ENFLASYONUNUN SUÇLUSU DEĞİL MAĞDURUDUR

Tarım sektöründe üreticiler genellikle küçük çapta üretim yapan çiftçiler olduğu için girdilerdeki maliyet artışını ürünlerinin satış fiyatına yansıtamamışlardır. Bunun yerine aracı kesim bu ürünleri ucuza kapatma ve pahalıya satma imkânı bulmuştur. Ülkemizde “gıda enflasyonu” adı verilen aşırı fiyat artışlarının esas sorumlusu, dövize endeksli olan girdi fiyatlarındaki aşırı artış ve yüksek oranlı “aracı/sanayici kârları”dır. Pandeminin yarattığı zorluklar da bu artışa katkıda bulunmuştur.

SIFIR GÜMRÜKLÜ İTHALAT TARIM SEKTÖRÜNÜ BOĞMAKTADIR

Ülkemizde tarımda yaşanan sorunların sonucunda rekolte düşmeleri olunca, ilk çare olarak eksikliği duyulan tarım ürünlerinin gümrüksüz olarak ithal edilmesi yoluna gidilmektedir. Bu da üreticinin dışarıdan gelen ürünlerle rekabet edebilme imkânını ortadan kaldırmaktadır.

Yerli üretimin rekabet şansını kaybetmesi sonucu, başlangıçta ucuz fiyatlarla piyasaya giren yabancı tarım ürünleri tedarikçileri, fiyatları istedikleri gibi artırmaktadır. Bu da kısır bir döngü yaratmaktadır. Bu olgu, şu günlerde gübre ve yem fiyatlarından ayçiçek yağı fiyatlarına kadar hemen tüm tarımsal girdi ve ürün fiyatlarını etkiler hale gelmiş bulunuyor.

O nedenle, örneğin ülkemizde GDO’lu tohum kullanımını yasakladığımız halde tavuk yeminde GDO’lu yemlerin ithaline izin vermek zorunda kalıyoruz. Bu sorun ayrıca halkın gıda maddesi olarak kullandığı tarım ürünlerinde kaçakçılığın artmasına neden oluyor. Geçtiğimiz günlerde Hatay’da Ticaret Bakanlığı Gümrük Muhafaza ekiplerince gerçekleştirilen operasyonda 5 bin ton genetiği değiştirilmiş, Türk Gıda Kodeksi’ne uyumsuz pirinç ele geçirilmesi de bu durumu kanıtlıyor.

Aynı şekilde yem fabrikaları döviz kurundaki düşüşü yem fiyatlarına da yemin kalitesine göre yansıtmaya başlamış olup; besi ve süt yemlerinde çuval başına 40-50 TL, kanatlı yemlerinde ise; çuvalda 70-80 TL’lik indirim yapmıştır.

TARIMA VERİLMESİ GEREKEN DESTEK BU YIL DA VERİLMEDİ

Tarım sektöründe yaşanan sıkıntıların en büyük nedeni üreticiye verilen desteklerin yetersiz olması ve bunun sonucunda ortaya çıkan borç sarmalıdır.

Desteklemede asıl sorun Tarım Yasası’nın öngördüğü asgari miktar olan GSMH’nın yüzde biri oranında desteğin bu kanunun çıktığı 2006 yılından bu yana verilmemiştir. Örneğin, 2021 yılı bütçesinden ayrılması gereken miktar Tarım Yasası uyarınca 43 milyar TL civarında olması gerekirdi. Ancak böyle olmamış, tarım destekleri, 2020’de olduğu gibi 2021’de de 22 milyar lira olarak belirlenmiştir. Başka bir deyişle 2020-2021 yılları arasında destekleme bütçesinde hiç bir artış yapılmamış, yalnızca    bütçe içerisinde bazı kalemlerde destekler artırılırken bazılarında düşürülmüştür.

2022 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi’nde ise tarımsal destekleme ödemeleri için 25 milyar 834 milyon lira ayrılmıştır. Bu rakam, yasaya göre verilmesi zorunlu asgari miktarın yarısından daha azdır. Bu durumda genel bütçeyi artırmadan destekleme içinde kaynakları bir üründen diğerine ya da bir girdiden diğerine aktararak sorunu çözmek mümkün değildir.

ÇİFTÇİ BORÇLARINI ÖDEYEMEZ DURUMDA

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) verilerine göre, Nisan 2021’de çiftçinin özel ve kamu bankalarına 142 milyar TL olan borcu, Temmuz’da 147 milyar 409 milyon TL’ye çıkmıştı. Yıl sonu itibariyle bu borç 149 milyar liraya çıkmıştır. Tarım Kredi Kooperatifine olan borç da 10 milyar lira civarındadır. Çiftçinin ayrıca serbest piyasaya olan borcu da 50 milyar lira civarında tahmin edilmektedir. Sonuç olarak 200 milyarı aşan bir borç yükü çiftçimizin sırtına binmiş durumdadır.

Geçtiğimiz yıllarda yeterli destek alamadığı için kaynak ihtiyacını borçlanarak karşılayan çiftçilerimiz, artık borçlarını ödemekte zorlanmaktadır.

Geciken ödemeler nedeniyle katlanarak artan faiz oranları bir süre sonra    altından kalkılamaz hale gelmekte, borçlanma sürecinde çiftçiler birbirlerine “müteselsilen” kefil oldukları için tüm köylü haciz tehdidi ile karşı karşıya kalmaktadır. Ülkemizin tarım, girdi ve gıda üretimi açısından sıkıntılar yaşadığı bu dönemde çiftçinin üretim araçlarına, traktörüne, hayvanlarına haciz konulmaktadır. Busüreç durdurulmaz ve çiftçi borçlarına acil bir çözüm bulunmazsa, içinde yaşadığımız sorunlar önümüzdeki yıllarda katlanarak artacak ve telafi edilmesi çok güç sonuçlar doğuracaktır.

Geçtiğimiz dönemde koronavirüs salgınının yarattığı sıkıntılar karşısında açıklanan destek paketlerinden çiftçimiz yararlanamamıştır. Tarımsal üretimin geçen yıl artması ve tarım sektörünün büyümeye olumlu katkı sağlaması, çiftçinin rahat bir ortamda üretim yaptığı anlamına gelmemektedir. Çiftçi, kendisinin ve ailesinin emeğini son zerresine kadar zorlayarak, ihtiyaçlarını kısarak ve borçlanarak üretimi güçlükle sürdürebilmektedir. Üretim araçlarından mahrum kalan bir çiftçinin üretimi ve köyü terk ederek kentlerde yaşam aramaya çıkmaktan başka şansı yoktur. Bu da ülkemizde kentlerde yaşanan işsizlik sıkıntısını artıracaktır.

2021 YILINDA YAŞANAN ORMAN YANGINLARI TARIMI DA OLUMSUZ ETKİLEDİ

Bilindiği gibi 2021 yaz aylarında özellikle ülkemizin Ege ve Akdeniz gibi sebze ve meyve üretimi açısından önem taşıyan bölgelerinde büyük orman yangınları çıktı.

Ormanlar Türkiye’nin ekosisteminin önemli bir parçasıdır ve tarım için gereken iklim koşulları açısından orman kayıpları kuraklık başta olmak üzere uzun vadeli olumsuz etkilere yol açmaktadır.

Kuraklıkla orman yangınları arasındaki ilişki yangınlar çıkmadan önce “Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı 2021 Yılı Mayıs Ayı Alansal Yağış Raporu’nda vurgulanmış ve yoğun ormanlarla kaplı bölgelerde kuraklığın etkisiyle yangın olaylarıyla karşılaşılabileceği konusunda uyarı yapılmıştı.

Orman Genel Müdürlüğü 2021 Yılı Kurumsal Mali Durum ve Beklentiler Raporu’nda, “Coğrafi konumu itibariyle Akdeniz iklim kuşağında yer alan ülkemizde ormanlarımızın büyük bir bölümü yangın tehdidi altında bulunmakta olup, toplam ormanlık alanın % 60’ını birinci ve ikinci derece yangına hassas alanlar oluşturmaktadır. Bu sebepten orman yangınları ülkemiz ormancılığının öncelikli konuları arasında yer almaktadır” ifadesi kullanılmıştı.

Ülkemizde yaşanan orman yangınlarının yanı sıra aynı dönemde görülen sel baskınlarının da küresel ısınmanın giderek artmasıyla ilgili olduğu bilinmektedir.

Akdeniz ve Karadeniz bölgelerinin çelişkili atmosferik olaylara en çok maruz kalacak bölgeler arasında yer aldığı çeşitli bilimsel araştırmalar tarafından da doğrulanmıştır.

Küresel ısınma ve ona bağlı bu tür iklimsel dengesizliklerin yol açtığı sorunlar, tarımsal üretimi de olumsuz yönde etkilemektedir. Akdeniz bölgesinde aşırı kurak ve sıcak havalar nedeniyle sebze ve meyve üretimi zarar görürken, Karadeniz bölgesinde ısı artışı ve aşırı yağışlar başta fındık olmak üzere bölgenin tarımsal ürünleri üzerinde olumsuz etkiler yaratmıştır.

Bütün bu veriler ve araştırmalar ışığında ülkemizde yaşanan ve kuraklık, yangınlar, sel ve hortum felaketlerinin önümüzdeki yıllarda daha sık görüleceğini, bu duruma karşı önlem alınmadığı takdirde tarımsal üretimin ve gıda fiyatlarının bundan olumsuz etkileneceğini söyleyebiliriz.

YANGINLARA KARŞI “ACİL MÜDAHALE PLANI” HAZIRLANMALIDIR

Derneğimiz, bu gelişmeler karşısında bir “Acil Müdahale Planı” hazırlanmasını savunmaktadır.

Bu plan, kuraklık ve yangınlardan etkilenecek alanların doğal özelliklerinin koruyacak önlemleri içermelidir. Bu önlemlerin başında, ormanlık alanların korunması ve yaygınlaştırılması, yanan ormanlık alanların ağaçlandırılmasında yangına ve kuraklığa dayalı ağaç ve bitki türlerine ağırlık verilmesi, su kaynaklarımızın korunması ve geliştirilmesi gelmektedir. Halihazırda ormanları tahrip eden turizm, madencilik vb. amaçlarla ormanlık alanların amaç dışı kullanımlara tahsis edilmesi, uluslararası piyasalarda kereste fiyatlarındaki artıştan yararlanmak için ağaç kesimine hız verilmesi, doğal su kaynaklarının HES’lerle tahrip edilmesi gibi uygulamalardan hızla vazgeçilmelidir.

Son yangınlardan hemen önce yürürlüğe giren ve kıyılar başta olma üzere orman alanlarındaki yapılaşma tasarrufunu Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkisine bırakarak kanun orman arazilerinin Turizm Koruma ve Gelişim Bölgeleri adı altında turizm yatırımcılarına açılmasını öngören yasa, son yangınlarda tahrip olan orman alanlarının korunması ve yeniden ağaçlandırılması açısından büyük bir tehlike yaratmaktadır. Başta Kazdağları olmak üzere son yangınlardan etkilenmemiş orman alanlarımızda yeni maden işletmelerinin kurulmasına yönelik izinler de doğal yapının tahrip edilmesi açısından gözden geçirilmeli ve iptal edilmelidir.

Sonuçta, ortaya çıkan gelişmeler yangınlara karşı mücadeleye zarar verecek, ormanların amaç dışı kullanımlarına yol açacak yasa ve izin belgelerinin gözden geçirilmesi, bunun yanı sıra çıkan yangınlara hızlı ve etkili bir biçimde müdahale edebilmek için bir acil müdahale planı hazırlanması gerekmektedir. Bu planın hazırlanmasında kamu ve sivil toplum kuruluşları işbirliği yapmalı ve alınacak önlemlerin özel çıkarlar nedeniyle etkisiz kılınması mutlaka önlenmelidir.

Hüseyin DEMİRTAŞ

Genel Başkan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir